Konuya giriş yapmadan önce bir girizgah… Şark’ın iki büyük, iki bilge şairi olan Sadi ile Mütenebbi’den , Sadi diyor ki:”Ayıp arayan göz hüner görmez…” ; Mütenebbi de:”Rıza gözü bütün kusurlara karşı kör olur; nasıl ki gazap gözü olanca fenalıkları bulur bulur çıkarır.” diyor. İnsan her eseri ne olursa olsun beğenmek niyetiyle okursa daima iyi taraflarını görür; tam tersine beğenmemek için okursa gözüne hiç güzel yerleri isabet etmez, yalnızca kusurları görür.
Ahlak nedir? En basit anlamıyla iyi olan. Peki ya kime göre iyi olan?
Günümüzde ve geçmişte birçok ahlak kuramcısı tarafından ahlak “ortak iyi” olarak tanımlamıştır. Bütün toplumun aynı ortak paydada buluştuğu evrensel bir iyi. Hoş bir arzu… Fikrimce ortak iyi sadece bir temenniden ibarettir ve realitede sadece insanlar tarafından oluşturulan evrensel bir ortak iyiye ulaşmak imkansızdır. Evvela Eflatun’un onu takiben İslam filozoflarının savunduğu görüştür bu . Eflâtun’un ahlâk anlayışı, bütün insanların kendiliğinden iyiliği aradıkları temel fikrine dayanırdı. Ona göre en kusurlu davranışlar istenmeyerek yapılanlardı. Avrupa maddeciliğinin en mühim sapıklarından Freud ise ahlakı toplumdan ve bireyden bağımsız bir varoluşa sahip bir eylem olarak gören Eflatun gibi filozofların karşısında yer alır.
Çok basit misallerle toplum tarafından oluşturulan evrensel ortak iyinin imkansızlığını ispatlayalım: Hırsızlık yapılarak elde edilmiş bir para ile bir ihtiyaç sahibini doyurmak; sizce bu davranış ahlaklı mıdır?(Davranışı bütün olarak değerlendirelim) Yahut Avrupalıların vebalı hastalarının kullandıkları enfekte olmuş battaniyeleri, örtüleri Amerikan yerlilerine vermeleri veya bir kimsenin kötü niyetle fakir bir kız çocuğunu evlat edinmesi… Görüldüğü üzere fiilin maddi görüntüsü ile oluş sebebi yani illeti birbirinden farklı olabilir. Ayrıca bana göre iyi olan bir davranış başkalarına göre kötü olabilir. Mesela dilenciye sadaka/para vermek; ben onun ihtiyaç sahibi olduğunu düşünürken başka biri sahtekar olduğunu düşünebilir. Veya acılar içinde kıvranan bir hastayı yaşatmak için uğraş vermek yada acılarından kurtulsun diye onu öldürmek. O zaman evrensel bir ortak iyiye nasıl varılabilir? Yahut kimdir iyiyi belirleyecek olan? Kimdir normu koyacak olan? Kimin iradesi ile aşılabilir bu izafilik?
Ahlaklı bir insan, ahlaklı bir toplum ancak İlahi kaynaklı olabilir. Hemen diyebilirsiniz: Bir ateist ahlaklı davranamaz mı? İyilik yapamaz mı? Elbette ki yapabilir. Çünkü “iyi olma” insanlarda doğuştan var olan bir melekedir. Yani iyilik yapmak insanın fıtratıdır. Dolaysıyla bu kişi iyi olabilir fakat vicdanlı olabilir mi orası meçhul… Yeniden dönelim ahlaka. İki boyuttan oluşur. Daha doğrusu iki aşamadan. Bunlardan birisi insanda doğuştan var olan fıtrattır diğeri ise vicdan. Eğer fıtrat bozulmaz ise ilerde vicdanın oluşmasına temel teşkil eder. Bunun yanında vicdan ancak İlahi bir korku ve ümit kombinasyonu ile oluşabilir. Cezai yaptırımlar insanlara ceza görme korkusundan dolayı caydırıcılık oluşturur. Fakat İlahi korku ve ümit kavramının dünyada insana herhangi bir kar yahut zararı yoktur. İşte vicdan burada ortaya çıkar. Dünyevi hiçbir yaptırım olmamasına rağmen insanın İlahi bir sebepten ötürü başkasına kötülük yapmaktan yahut zarar vermekten kaçınması!
Sonuç olarak ahlak ancak İlahi kaynaklı olabilir. Değişmeyen, herkesçe kabul edilebilecek normlar. Diyebilirsiniz ahlak insanın özgürlüğünü elinden alır onu kısıtlar. Bilakis İslam ahlakı insanın kullanma kılavuzudur, onu özgürleştirir. İnsana onu var eden tarafından verilmiş bir kılavuzdur. Bizi, bizi var edenden kim daha iyi bilebilir ki! Kullanma kılavuzu elimizde onu kullanıp kullanmama iradesi de bizde…